Mustafa Yanık
  Güncelleme: 09-05-2024 13:57:00   09-05-2024 13:53:00

İnsanlar ölmeden önce ne görüyor?

Ölmek üzere olan insanların gördükleri ve rüyaları tarih boyunca ilgi ve merak uyandırmakta.

Konuya ABD’de yaşanan bir vaka ile girelim.

ABD’li doktor Christopher Kerr, Nisan 1999’da kariyerini tamamen değiştiren bir olay yaşadı. 70 yaşındaki hastası Mary, ölmeden önce hastanede yattığı sırada tuhaf davranmaya başladı.

 

 Sanki emekleyen bir bebeğe uzanır gibi yatağında doğruldu, Danny ismini sayıklayarak bir bebeğe sarılıp, öpüyor gibi davrandı.

  Çocukları ise annesinin bu davranışına bir anlam veremedi, çünkü Danny  adında kimseyi tanımıyorlardı.

 Ancak ertesi gün hastaneye gelen kız kardeşi, Mary’nin Danny adında ölü doğan bir bebeğinin olduğunu, bu kaybın çok büyük bir acı yaratması nedeniyle Mary’nin bir daha bu olaydan bahsetmediğini aktardı.

 Kardiyoloji alanında uzmanlığı ve nörobiyoloji alanında doktorası olan Kerr bu olayın ardından ölmek üzere olan insanların tecrübelerini araştırmaya kendini adadı. Şimdi ise Kerr ölmek üzere olan insanların gördükleri ve rüyaları üzerine dünyanın sayılı uzmanlarından biri.

BBC'den Alessandra Corrêa’nı haberine göre Kerr, bu  görülenlerin ölümden haftalar öncesinde başladığını ve ölüm yaklaştıkça sıklığının arttığını söylüyor.

Kerr’e göre hastalar hayatlarındaki önemli anları tekrar yaşayabiliyor; ya da yıllar önce ölen anneleri, babaları, çocukları ve hayvanlarıyla konuşulabiliyor. Hastalar için bu tasavvurlar gerçek ve yoğun bir his yaratıyor; hastaların huzura kavuşmasını sağlıyor.

'Korkuyu azaltıyor'

BBC'ye konuşan Kerr, “Bu ilişkilerin anısı çok anlamlı ve rahatlatıcı bir şekilde geri geliyor, yaşadıkları hayatı kıymetli kılıyor ve ölüme dair korkuyu azaltıyor” diyor.

Kerr, hastaların tutarsız ya da kafası karışmış olmadığını söylüyor.  Fiziksel sağlıkları kötüleşse de, duygusal ve ruhsal olarak bilinçli olduklarını vurguluyor.

Kerr’in yaptığı araştırmalara göre insanların yüzde 88’i bu tecrübelerden en az birini yaşamış.

 Hastaların üçte biri ise seyahat ettiğini görüyor; kaybettikleri insanlarla yeniden iletişime geçiyor.

 Rüyalarında gördükleri kişiler ise daha çok kendilerini hayatları boyunca desteklemiş ve sevmiş kişiler oluyor.

 

Hayatları boyunca aldıkları yaraların da rüyalar da görüldüğü oluyor. Örnek vermek gerekirse bir hastanın savaşta hayatta kaldığı için vicdan azabı çekmesi, ancak ölüme yaklaşırken çatışmalarda ölen arkadaşlarını görmesi mümkün olabiliyor.

Çocuklar için gerçek ve hayal arasında keskin bir sınır olmadığı için onlar bu tecrübeleri daha canlı yaşıyor. Gördüklerinin çok daha canlı ve renkli olduğu belirtiliyor.

Kerr’e göre yaptıkları araştırmaların ilginç sonuçlarından biri şöyle; hasta ölmeden bu tarz bir tecrübe yaşamışsa ailesinin ve sevdiklerinin yas süreci daha sağlıklı bir şekilde geçebiliyor.

Kaybettikleri kişiye dair algıları ve hatırladıkları bu tecrübeyle şekillendiği için yas sürecinde daha rahat edebiliyorlar.

 Sosyal bilimler insanın ölümle tecrübesini daha çok ele alıyor; tıp bu alandaki çalışmalara ilgi göstermiyor. Halbuki aslında bu alan tedavi görenler ve tedavi görenlerin aileleri için büyük bir önem teşkil ediyor. (BKZ: BBC Türkçe News)

Evrim Ağacı adlı köşesinde konuyu irdeleyen Çağrı Mert Bakırcı’nın ifadeleri de hayli dikkat çekici.

Yazara göre, ölüme yaklaşan kişilerin veya ölümden dönenlerin dile getirdiği en yaygın ölüm deneyim cümleleri ve halüsinasyon anlatıları şu tür ifadeler içermekte:

"Hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti.", "Bedenimden ayrıldım, masada yatan bedenimi gördüm.", "Bir tünel vardı ve sonunda beyaz bir ışık vardı.", "Bir ışık topu gördüm, benimle konuştu.", "Tüm sevdiklerim oradaydı, beni çağırıyorlardı."

Ölümün bilinmezliklerle dolu olduğuna yönelik inanç ve kültürel/mitolojik anlatılardaki yeri bakımından bu deneyimler, dini perspektiften bakıldığında bilimsel anlatıya göre çok daha farklı yorumlanırlar.

Dini ve spirütüel yorumlara göre ölüme yakın deneyimler ölümden sonra yaşamın bir kanıtıdır. Bilimsel yoruma göreyse ölüme yakın deneyimler, ölümün fizyolojik boyutu dolayısıyla bedende deneyimlenen duyu organı bozulmasının hep bir arada etkileşmesi sonucu deneyimlenen öznel, psikolojik hislerdir ve ölümden sonra yaşam ile ilgili herhangi bir bilgi vermez veya kanıt teşkil etmez.

Ölüme yakın deneyimleri bilimsel olarak araştırmak için bir dizi soru sorulması gerekmektedir. Ancak bu sorulara bilimsel ve objektif cevaplar vermek çok zordur; çünkü ölüme yakın deneyimleri bilimsel olarak araştırmanın yolları son derece kısıtlıdır. Öncelikle bu problemi daha iyi anladıktan sonra, bugüne kadar yapılan çalışmalardan elde edilen bulguları inceleyebiliriz.

 İşte bu çizginin üzerinde gidip geri gelmiş olanların deneyimlerine Ölüme Yakın Deneyimler denmekte. Ölümden dönen bu insanlar, o anlarda hissettiklerini geri gelip anlatabilmektedirler. Bunlar, çok uzun bir süredir, başta gençler olmak üzere geniş bir kitlenin ilgisini çekmektedir. Bu konuya bel bağlayan kişiler, bunu deneyimlemiş olanların, bize ölümden sonra olduğuna inanılan hayatla ilgili bazı bilgiler verebileceklerini ummaktadır.

Bilimde, doğrudan ve objektif bir şekilde ölçemediğimiz ve sistemli olarak toplanamayan bu tür anlatılara, "anekdotal anlatı", yani "kulaktan dolma bilgi" adı verilmekte. Bu tür "kanıtlar", bilimde en düşük seviyeli ve en güvenilmez kanıt tipi olarak görülmekte.

Bu tür anekdotal anlatılar, "tıbbi vaka raporları" gibi bazı çok özel durumlar haricinde (ve o durumlarda bile resmi ve bilimsel akran incelemelerinden geçmek kaydıyla), çoğu zaman anekdotal bilgilerin akademik hiçbir değeri yok.

Bunun sebebi, insan beyninin çok kolay kandırılabilen bir makina olmasıdır ve bu nedenle görgü tanıklığı gibi anekdotal anlatılar, yeterince güvenilir bir veri hattı olarak görülmemekte.

Öte yandan, ölen veya ölmek üzere olan insanları araştırmak da çok zordur. Bir insanı MRI veya EEG gibi bir cihaza bağlayıp, "Haydi şimdi öl" diyemezsiniz veya ölüme yaklaştırıp geri getiremezsiniz. Hiçbir etik kurul böyle bir deneye izin vermez. Bu nedenle bu tür konularda genelde anekdotal anlatılara muhtaç kalınmakta ve bu da, bu tür sahaların sağlam birer bilim dalı olarak yeşermesine engel olmakta.

Hiç kimse ölümden sonra fazladan bir şeyler olup olmadığını bilmemekte. Bilemezler de, çünkü onu henüz deneyimlememiş olanlar, şu anda hayattalar; deneyimleyenler ise yitip gittiler ve artık onlardan bilgi alamıyoruz.

  Bu yazı 249 defa okunmuştur.
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
BİZİ TAKİP EDİN
  • YUKARI nisbar giriş betnis giriş yakabet giriş